3 Ağustos 2014 Pazar

Kasım Yazım

Bir güz masalı olsun bu, hani aylardan Kasım, mesela! Ama öyle erken zamanlarından değil, geçmiş, hani biraz sonu gibi...bitsin hatta, ben diyeyim 'yirmisi', sen de 'otuzu' , ama belki de 'yirmidokuzu'. Ne bir ileri, ne de bir geri, bitmeden önce veya bitermiş gibi...

Böyle birgün yaşanmış olmasın, ben diyeyim kurgu, sen de ki " gerçek" gibi. Ben uydurmuş olayım, sen ise kendini bulmuş, tam da ortasında. Bu öylesine bir deneme. Gün gelir yaşanır, sen yeterki dile, ya da gün geçmiş yaşanmıştır, bil diye, ben yazayım sen oku, bitir, sonra irdele...

Şöyle yükseklerde bir yerde olsun, bir ev. Duvarları olsun dört cephe, ama kapısı yok henüz. Elbet olur birgün bir sürgü kapı, ama öykü böyle, hem yarım, hem ham, hem tamam, hem tam. Sen varsın evin bahçesinde, bir de zeytin ağacı. Ben diyeyim 20 yıllık, sen de 15, farketmiyor; o hem yaşlı, hem genç... Ötelerde bir deniz, karşı kıyıda ışıklar, belki de yıldızlar. Benim için engin lacivert, senin için dingin cömert. Hadi bir iki gemi koyalım, kıyıya yakın, ışıkları yansısın bize, denizden yakamoz misali...

Aldanmaya hazır bir yürek olsun civarda; ben gönüllüyüm aslında! Bir de gönül avcısı, bu sen ol isterim, uygunsun nasıl olsa!  Veranda isterim evin hemen denize bakan tarafında. Gel, biraz da 'gecikmiş güz' yağmuru verelim ortama, şıkır şıkır...  

Sen tanıma beni, ben zaten hiç tanımıyorum seni. Ama var sayalım tanımışız, çok heyecanla beklemişiz bu geceyi. Kasım sonu, şöminesiz olmasın ev. Çıtır çıtır odunlar tutuşturmuş ol sen benim için. İçin için yansın, ne aşk olsun adı, ne de meşk. Ne sen hissetmiş ol benim küt küt çarpan kalbimi, ne de ben senin aklından geçenleri... 

Bahçede yağmurun şıkırtısı, evde şöminenin çıtırtısı, zeytin ağacı dalları altından denizin ışıltısı, bir de kalbimin çarpıntısı... Gel hayale bir de verandada çıplak ayak dolaşan ben ekleyelim. Saçlarım ıslansın, bir de çıplak ayaklarım hissetsin soğuk ıslak betonu. Hayal bu ya, ıslatmasın yağmur seni ve sarmış ol kollarınla beni, korurcasına, hani ikinci baharını yaşayacakmış, sanki geç bulmuş, tez kaybetmekten korkarmışçasına. Sen varmışsın ama hiç yokmuş ve olmamışçasına...

Denizin yakamozları bir de senin kokun çarpsın usulca bana, üzerime titre ya da şöminedeki alev titresin, seni gerçek sanayım da aslında ben yanılmış olayım.  Kırmızı şarap eşlik etsin zamana. Ortama biraz müzik; maestro! Sen bir enstrüman çalsan mesela, keman mı? Hayır hayır, üflemeli bir çalgı olsun. Nefesini katsan notalara ve kulaklarımdan benim ruhuma bir parça hayal yollasan. Hatta ben seni hiç görmesem o an. Bir merdiven boşluğunda çalsan ve yankılarla ben daha da çok yanılsam, kansam, gözlerim kapalı hiç olmayan sana...

Dedim ya işte; ben yazsam, sen okusan. Benimkisi deneme, seninkisi demlenme. Ne çıkar sonuçta hepsi hikaye. Ben diyeyim aylardan Kasım, sen de 'bu hikayedeki kahraman; şahsım'... Böyle başlamadı mı tüm yazanlar; şöyle demez mi hep romanlar; " birgün bir yerde, ben varım, hani nerede sen öbür yarım?"...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder