17 Temmuz 2015 Cuma

Kutlu Bayram Trafiği

Efendim bayramlar her zaman bir heyecan kaynağı olmuştur. Ben küçükken -hani yaşım ortaya çıkmasın diye şu kadar yıl önce diyemedim ama demezsem de konuyu anlatamayacağımı farkederek, mecburen yazıyorum-  bundan 30-35 sene önce, çocuklara gelirdi bayram. Büyüklerimiz bir ay tuttukları orucun bitmesini kutlarken, küçükler alınan yeni kıyafetleri giymenin sabırsızlığıyla günlerce bayramı beklerdik. Ramazan bayramı için  bir kıyafet alınırdı. O kıyafet bayram sabahına kadar yatak kenarında beklerdi. Bazen evde yeni ayakkabılar birkaç adımlık giyilir, sonra çıkarılıp yeniden yatağın kenarına konurdu. Bayramda 3 gün boyunca temiz ve dikkatlice giyilen kıyafetler yıkanır, ütülenir, dolaba kalkar, kurban bayramında yeniden giyilirdi. Kurban bayramı sonrası artık o yılın düğün, nişan, gezme aktivilerinin kıyafeti bu yeni kıyafetler olurdu. Güzel ve saftı o bayramlarda sevinçler. Büyüklerin elini öpmek ve harçlık ile şeker toplamak... Harçlıkları tekrar tekrar saymak ve bakkal amcadan birazını özgürce harcayarak alışveriş yapabilme zevki. Mesela çatapat veya mantar alırdık, sonra elimizi, kolumuzu, ayağımızı, bacağımızı yakar mıydık? Yakardık! 

Şimdi bayramlar böyle değil. Şimdi çocukların yeni kıyafet için heyecanları yok, çünki istedikleri herşeyleri var. Büyükleri ziyarete gitmek ise hayli gereksiz bir düşünce. Sen aylarca çalış, yılda bir iki kere yakaladığın izin fırsatını yaşadığın şehirden kalkıp Anadolu'nun başka bir köyü veya kasabasındaki ya da şehrindeki büyüklerini ziyaret için harca. Bazı akıllı büyükler yok mu? Var tabii. Parası olan, kafası çalışan büyüklerimiz hiç olmazsa bayram tatillerinde olsun ziyaret edilebilmek için yazlıklar almışlar. Yaz tatili, hem de konaklama ve yemek bedava! Buna rağmen bir bayram gidilirse diğer bayram uğramasak da olur dediğimiz büyükler bir kenarda dursun, efendim biz gelin, ülkemizde birkaç senedir yaza denk gelen ve denk gelecek olan bayramlara bir bakalım. 

Milletçe içimizde yatan bir deniz aslanı var. Yaz geldi mi kendini denize atamayan, kışın depresyondan kurtulamıyor. Bayramlar da herkes yurdumuzun Ege ve Akdeniz sahillerine gitmek için yollara dökülüyor. Biz Kurtuluş savaşında düşmanı da böyle denize dökmüştük... O kadar insan aynı tarihte yollara ve aynı istikamete doğru yola çıkınca ne oluyor? Ah neler olmuyor ki... İçlerindeki deniz aslanlarının yattığı yerden çıkmasıyla herkes trafik canavarına dönüşüyor. Ülkenin ağırlık merkezi bozuluyor, güneş de pek cömert, tepeden kafataslarını kaynatıyor, araçlar da zaten kapasite üstü yolcu dolu, kucakta ki çocuklar isilik pişik, kucağına oturdukları insanlar... Neyse onların durumunu hayal etmeyi size bırakayım, gereksiz tasvirlerle yüzünüz buruşup, mideniz bulanmasın. Bir sürücü başına düşen yolcu sayısı iyi ihtimal ile 5 kişi ise, araç klimasız olduğu durumda, dışarıda sıcaklık 35 derece iken sürücünün potansiyel beyin ısısı yaklaşık 48 derece olur. Haliyle bu kişiden trafik kurallarını hatırlaması, insan sevgisi, çevreye saygı, biraz duyarlılık ve özellikle 5 duyu organıyla trafikte dikkat göstermesini bekleyemezsiniz. Bekliyorsanız sizin de ateşinizi ölçmek isterim. 

İşte bugün ben bunlardan bir tanesiyle, hem de klimalı ve için de benden başka yolcu olmayan aracımda  seyir halindeyken, muhattap oldum. İstanbul'dan artık herkes şehri terkedip gitmiştir diye, bana göre oldukça uygun bir saatte yola çıktım. Şaşırtıcı bir şekilde Eski Hisar'da feribot kuyruğu var olmasına rağmen 5şer sıra halinde ilerliyordu. Çünki feribotlar hayatımda rastlamadığım kadar hızlı işliyor ve 4er, 5şer yanaşıp karşıya geçiyorlardı. Tabii yan tarafa açılan özel feribot işletmesinin bu hizmet iyileştirmesindeki katkısı yadsınamaz, tekel durumundan rekabete geçince nasıl da kalite farkı oluşmuş. 
Buraya kadar herşey mükemmel. Ancak feribotlar bu hızla Topçular iskelesine araçları boşalttığı için, iki şeritli yol tıkanmış. 8 km'lik mesafeyi 2 saatte ancak geçebiliyoruz. Elbette hepimiz insanız, ben de bir canlı olarak arada içtiğim suları boşaltmak isteği duyuyorum. Dinlenme tesisine gidemeyeceğimi anlayınca sağdaki benzin istasyonuna sığınıyorum. Biraz kuyruk bekledikten sonra rahatlamış ve mutlu şekilde yola tekrar çıkıyorum. Duran trafiğe yandan karışmak zorundayım. Uçmam mümkün olmadığına göre, saatte 4km hızla ilerleyen araç konvoyuna yandan karışmam gerekiyor. Nedendir bilinmez 7 metrelik konteyner taşıyan bir TIR bu trafiğin bir parçası. Oysa bayram trafiğine çıkmaları yasak... Bekliyorum, beni biçmeden ilerlesin de ben de arkasından yola karışayım. Hayda! yola çıkmama engel olmaya çalışan bir araç. Ben sola sinyal veriyorum gaza basıyorum, bu yanımda aynı hızla beni sıkıştırıyor.  Ya sabır, ya selamet, bir daha dur kalk yine aynı şey. Ben de sakinim, sabırlıyım, klima var, yolcum yok, iyi hoş da, benimde bir tersim varmış bunu görüyorum. Kafamı sola çevirmemle camı indirirken buluyorum kendimi. Aaa bu da ne, yandaki aracın camı açık zaten, sürücü kadın, sağda bir genç adam oturuyor. Ben avazım çıktığı kadar bağırmak için boğazımı temizlemiş, tam gözbebeklerimi ileriye doğru 1 cm fırlatmış, başlamaya hazırken, hanımefendi 'salak mıyım ben, yol verecek değilim' diye bağırıyor ve gaza basıyor. Leyn! sen beni nasıl konuşturmazsın, cam cama yanyana getiriyorum arabamı, aynı hızla TIR'ın arkasındayız ikimizde, benim gözler yerinden fırlamış, yerlerinde yoklar zaten diğer aracın ön koltuğundalar, 'benzin aldım yola çıkıyorum' gibisinden birşeyler haykırıyorum. Ama bu ses benim değil, bu eller kollar hiç değil. Ay ne çirkef birisiyim. Ses benim de sesimin arkasından haykıran bir ses daha var, onu farkediyorum. Ajda Pekkan, arabamın içinde sonuna kadar açık sesiyle  'boşver sen affet gitsin aldırma' diyor. Bir sağ bakış, iki kere kere müziği kapatma teşebbüsü ve başarısızlık. Yanımdaki araç bir burun önde gidiyor, ay tutmayın beni! Şimdi yine camcama yanyana bu kez Ajda'nın sesi yok benimkisi daha yüksek' sol elim camdan çıkmış, o genç adamı yakasından tutup alıcam benim arabaya ama kadın hala ' salakmıyım yol vermiycem' derdinde, kafayı çevirip bana bakmıyor. Ben birkaç cümle savurup sağımdaki refüje çıkmamak için yolu veriyorum. Derken bunun arkasındaki, 7 kişi bir araçtalar, aynı hareketi yapıyor. Tam ben camımı kapatmışken gözgöze geliyoruz. Aliştım ya bir kere, aynı camdan cama muhabbete giricem camı indireyim diye elimi tuşa koyuyorum, hay aksi arka camı açmışım. Ama bakışlarım nasıl ise sürücü de, arabanın içindekilerde cin çarpmış gibi kafalarını ileri çeviriyorlar. Sanırım içimden bir şeytan çıkmış. Dile kolay 1 saat 4 km yanyana aynı iki şeritte ilerleyeceğiz. Bende ne inat varmış bunu da görmüş oldum. Bunlar TIRın arkasında ben sol şeride geçmiş yanlarında, her yanıma geldiklerinde bakışlarım üstlerinde... O da ne bizim kafa tutan kadın sürücü, trafik açılıp ilerlemeye başlayınca çuvallıyor. Hani ne oldu usta şöför? Oysa ben seni önüme almıştım bir güzel tamponuna yapışıp canını sıkacaktım. Malesef hevesim kursağımda kalsa da sollamak zorunda kalıyorum. Zaten hızla gideceğimiz 18 km yol. Sonra yine dur kalk. Oyalanamayacak kadar az zamanım var. 

18 km gaza basmanın verdiği hazzı anlatmam ne mümkün! Bir MAN kafası sürücüsü, bir ben, bir siyah Audi sürücüsü, bir de kırmızı WW polo kaptırıyoruz virajlarda. Orhangazi'ye kadar bir sağ bir sol... Bizim hızımız da yüksek değil ama diğerleri gerçekten ya uzun yol tecrübesizliği, ya da başına güneş geçme durumundan yolu epey bir bloke ediyorlar. Hay bin tırtıl... 
5 saatte 200km gelebilmenin haklı gruruyla mola verme zamanı. Ama tesisler ufak birer panayır alanına dönüşmüş. Araç park yerlerinde çadırlar... Hay benim güzel yurdumun bayramcı insanları... Aracımın koltuğunun şeklini almış bedenimi esnetmek ve biraz yemek yemek iyi gelse de daha gidilecek 250km var. Nasıl da gözümde büyüyor yol. İşin riskli tarafı ben Ayvalık'a annemi ve babamı ziyerete gidiyorum ve kendilerine sürpriz olsun diye haber vermedim. Gece olmak üzere ve yatarlarsa yaşlı insanları uyandıramam. Oteller de doludur. Arabada uyumak için de bu kadar eziyete değer mi? 

Güzel haber şu ki hava akşam kızıllığına bürünüp de farlar yanınca yollar tenhalaşıyor. O, hepsi birer yol fatihi olan sürücüler sağ şeride çekiliyor, sonunda sol şeritte rahatça ilerlemek mümkün oluyor. 250 km sadece 2 saatte bitiyor. Artık Edremit civarında Yunanca radyo yayınlarını almaya başlıyorum. Türkçe sadece TRT FM var. Biraz daha ilerleyince o hep keyifli bulduğum yerel radyo yayınları çekmeye başlıyor. İlk sürpriz Ebru Gündeş Tatlı tatlı belaaam diye geliyor. Üzerine para teklif etseler dinlemeyeceğim bu şarkı öyle eğlenceli geliyor ki, omuzlarım müziğe eşlik ederken parmaklarım direksiyonda ritm tutuyor. Hatta bir ara sağ elimin şınanay modunda yılan dansı yapması gözümden kaçmıyor. Boynumun oynaması ise günün cimnastiği sayılabilir. Ayvalık Sarımsaklı son durak. Buralara 7 yaşından beri her yaz gelen ben, hep aynı şekilde Yunanca yayınlar başlamasıyla içi kıpır kıpır olmuş, denizi görünce gülümsemişimdir. Bu kez karanlık denizi göremedim ama yunan radyoları daha net çektiği için Yunanca bir şarkıyı dinlerken de koltuk dansı yapmaya devam ediyorum. İşte arabamı park edişim ve annemle babamın evde olamaması ile yüzümde beliren sevimli gülücük. Biliyorum ki bu devirde herkes bir cep telefonu uzağımda, saat henüz gece olmadı, ulaşabileceğim bir yerde olmalılar. Beni beklemedikleri için şaşırıyorlar ve çok seviniyorlar. Bu bayram kardeşlerimi ve torunları temsilen burada ben varım. Yarın sabah erkenden kalkacağız. Bayramlığımı giyineceğim. O küçüklüğümde bayramlarda olduğu gibi , babam bayram namazından gelene kadar kahvaltıyı hazırlamış olacağız. Sonra bayramlaşacağız ve mis gibi kahvaltımızı edeceğiz. Gün güneşle başlayacak, şeker tadında devam edecek ve yazlıkçı komşularla içilen kahvelerle, ikramlarla, sohbetlerle son bulacak. Eh tabii bu bayram şekerleri ve harçlıkları ben alacağım. 

Hepinize içinizdeki canavarları unutturacak, yüreğinizdeki sevgi ve coşkuyu ortaya çıkarttıracak bir bayram dilerim. Büyükleri aramayı, küçüklerin bayram harçlıklarını ayırmayı unutmayın. Hani olur da görürseniz, yardıma muhtaç bir çocuğa harçlık verip başını okşamayı, huzurevlerindeki yalnız yaşlıları ziyaret etmeyi de unutmayın. Hepimiz çocuktuk, hepimiz büyüdük, hepimiz yaşlanacağız. Bayramlar var oldukça hatırlanmak ve hatırlamak dileğiyle. Bayramlarımıza sahip çıkalım. Bayramınız şeker tadıyla dolu, kutlu mutlu olsun.