9 Aralık 2013 Pazartesi

Kömür Gözler Maskeli Balosu

O gün günlerden 'bunalım', aklımda karmakarışık düşünceler, yüreğimi sıkan birkaç küçük sorun ve hiç halledemeyeceğimi sandığım bana göre çok büyük, başkasına göre 'adam sende' dedirten dertlerim. 

Hava kışa dönmüş, güneş parlasa da hükmü yok, ellerimi cebime sokunca bedenim de ısınıveriyor, işte tarifi böyle bir soğuk. Kafama takılmış sorular, sorunlar varken zaten üşümek kimin umurunda? Yaşamak gerekiyor ve yaşayıp gideceğiz, belki hallolacak sorunlar ama o an için henüz hallolmamışlar, dolayısıyla hala 'önemliler'. Kimsenin bilmediği bazı takıntılar da var, anlaşılmaz pişmanlıklar, beni yargılayan bir ben var benden içeri. Bunalmışım ve çok yorgunum. Hayat yorgunluğu...

Alıp başımı gidesim var ama yapılması gereken işler ve yerine getirilmesi gereken sorumluluklar beni bekler. Böyle günlerim çok oldu benim. Bugün de onlardan biri, şikayetçi değilim. Kapısından girince binanın klorak kokusu tuvalet kokusuna karışmış, kalabalık, çocuklar ağlıyor, kara giysili insanlar dolu etrafta. Bir yerlerde beyaz giysili bir isim bizi bekliyor olmalı. Bulmak için fazla çaba harcamayacağım, teknolojiye başvurup 'alo' diyorum kendisine ve bir kapıdan geçip, keskin iyot kokusunun ciğerlerime dolmasıyla, turuncu boyalı yerleri olan bir alana giriyorum. Karşımda bir cam kapı, kapının ardında turuncu koridor, yeşil giyimli birkaç güzel insan ve beyaz giymiş beni bekleyen isim. Buraya yakışmayan birileri var ki, boyları elli ile yüzelli santim arası, kimisi kucakta kimisi yürüyebiliyor. Görebildiğim sadece kömür gözleri ve yusyuvarlak kafalar. Gerisi maskeli balo!

Koridora ilk bakış ve az sonra aklımdaki aynı takıntılarlayım, zaten burada da çok fazla kalmayacağım. Harcayacak vaktim yok, bana çok uzak buralar. Kalanlara Tanrı yardım etsin, hemen kaçıp gideceğim, işlerim, dertlerim, uğraşlarım, hepsini yanımda getirdim, beraber ayrılacağız ve kaldığım yerden devam etmek niyetim. 

Beyaz giysili isim beklemediğim bir şekilde canımı acıtıyor, içim sızlıyor, bir süreliğine kendimi başka bir alemde buluyorum. Sonra bir bekleme odasında kömür gözler, yuvarlak kafalar ve maskelilerle yanyanayım. Sinir bozucu, hele ki canım acımışken çok zor geliyor burada bekletilmek. Zaman su gibi akıp geçiyor, neredeyse üç saat olmuş buraya geleli. Hadi artık çıkıp gitmeliyim daha fazla oyalamayın beni. 

Ama vuruş sert ve beklenmedik geliyor. Buradaki vaktim daha yeni başlıyormuş, bitsin demekle bitmeyecekmiş, hem öyle çıkıp gitmek var mıymış? Haydi canım! Şu saate kadar dertlendiğin şeyler dert miymiş? Takıntı yaptığın işler hallolmaz mıymış? Pişmanlıkların mı varmış? "Hepsinin yerine al bunu koy "diyor beyaz giiysili isim. Bundan böyle senin başka bir soruna ayıracak vaktin yok!

Artık ben de kömür gözlerin arasında, maskeli balodayım. Yakışmadım buraya, alışamadım, misafirim. Elimden geleni yapıyorum buradan çıkıp bir daha geri dönmemek için. Günleri sayıyorum, saatleri kaydediyorum. Her dakikanın hakkını vererek yaşıyorum. 

Üç adım eninde kırkbeş adım boyunda turuncu koridorda, on küçük oda, her odada altı maskeli kömür göz, birer de sıvı asılı boylarından uzun direklerinde, ince sivri bir cisimle giriyor bedenlerine, eğlenceli olmuş bu şekilde yürümek koridorda, hatta top oynamak, topa el sürmeden. Sabah çok ama çok erken oluyor, horozlar değil avazı çıktığı kadar bağıranlar, ama hiçbirinin boğazını kesemem, haklılar, bağırmayıp ne yapacaklar?  Geceler kısa hatta aynı şekilde gürültülü. Gün çılgınca geçiyor, durmak, yılmak yok, güçlükler aşılıyor, bu maratonda herkes kendi hedefine ulaşmaya koşuyor. Dar alanda geniş çapta mücadele...

Burada olmak güç verdi bana, geride bıraktım tüm dertlerimi. Hem ayrıca çok iyi tanıdım kendimi ve kendime dert edindiklerimi, 'hep yanındayım' deyip de bırakıp gidenleri, izini kaybettirenleri, iyi gün dostu bile olmayanları ve kötü gün dostlarımı. Hatta yanımda yepyeni tanıdıklarımı, adını bilmediğim yüzünü görmediğim insanların desteklerini buldum. Pişman değilim burada olduğuma, ben de kömür gözlerimi ekledim buradaki sevgilere, yüreğimi açtım gerçekten hakedenlere. 

Bugün günlerden 'şükür'. Artık derdim, tasam, takıntım bu kömür gözler ve sayılı maskeli balo günleri. Birbir bitecekler ve yepyeni harika maskesiz günleri yaşamaya başlayacağım ve diğer maskesiz insanlardan biraz daha güçlü biraz daha farklı yaşıyor olacağım. 

Sevgi ve sağlıkla kalın. 




27 Ağustos 2013 Salı

Sabah manzaraları

        Hedef kilometrem 6, artı eksi 60 dakika! Bir sağa bir sola yine adımladım, yine bir dolu manzara takıldı gözlerime.

        Bir defa sabahlar, sıcak yaz günlerinde bile serin olur. Bu sabah da davetkar ve dostane bir hava vardı. Kulaklıkları kulağıma taktım, spor ayakkabılarımı sıkıca bağladım ve başladım adımlamaya, kasap havası eşliğinde, tempo. Yürümek huzur veriyor, aynı zamanda hareket halinde bir dinginlik yaşıyorum. Bunu bir ben, bir de sabah yaşıyoruz. İkimizin keyfine değmeyin gitsin. 

        Bu sabah da adım adım beynime işledim her manzarayı, güneş tepeye yükselirken, geceden kalma bir sis bulutu, belli ki gece gündüz sıcaklık farkı, alıp getirmiş Ömerli barajının nemini serpiştirmiş bahçelerimizin nefis yeşili üzerine ve mutlu etmiş bitkileri de... 
         
         İki kedicik vardı, biri yavru biri biraz daha büyükçe ama birbirinin kopyası, sarımsı. Kaldırımda oynaşıyorlardı. Ufak olan hınzır biraz, belli ki büyük olan sabırlı ve eğitmen. Beni görünce durdular oldukları yere çakıldılar. O ne korku, o ne endişe! Ufaklıkta bir kalp çarpıntısı, önce yere yapıştırdı gövdesini, sonra burnunu soktu bir çiçeğin arkasına, deve kuşu misali, hızla gözleri büyük olana kaydı ve bana döndü. Büyük ise temkinli, hani uzatsam elimi ufaklığa yiyiveririm patiyi, cüssesine bakmadan kafa tutuyor. Durup gülümsedim onlara, uzaktan laf atıp sevgimi dile getiridim ve devam. 

          Biraz öte de, yolda bir kurbağa, bu ne yeşil renk bu ne güzel cüsse! Hani kurbağa güzeli deyip tam elime alıp öpeceğim, kimbilir belki prensimdir diye, o da ne? Zavallının bağırsaklar fırlamış dışarı. Ama ölürken bırakmamış asil duruşunu elden, ezdirmemiş kendini, belli ki kuyruktan basıp geçmiş bir yük. Bu yük sadece hayatın yükü olsaydı keşke de yaşasaydın be prensim!

           Ah, az kalsın eziyordum. Ağır, vakur ilerleyen bir kabuklu salyangoz. Asfalt pürüzsüz değil ki yağ gibi kayıp gidesin. Zavallı çok zorlanıyor ama gözleri gülüyordu 'günaydın' diye bakarken bana. Antenleri bir sağa bir sola, kuyruk dışarda. Hayat hiç adil değil onlara, ama yılmak yok bu yol geçilecek karşıdan karşıya. Çoğu kez bu salyangozları gideceklere yere ben götürüveririm. Aslında hiç düşünmeden, kabuğundan sıkmadan tutar, alıveririm elime hoop karşı kenara, sabah yürüyüşünde midir (?), kendisi başarmak ister midir (?), mutlu oluyor mudur bu yardımdan?

          İşte elime doğmuş olan 'Cino' beliriyor uzaktan, komşuma, annesinin memesinden alıp verdiğim gün dün gibi aklımda. 8 tane Golden Retriever bobisi büyüttüm bundan 4 yıl önce. Soğuk bir kış gününde köpeğim Tarçın avcuma doğurdu pıt pıt. Cino içlerinde en yaramaz olanıydı, önce çeteye kafa tutup gözüne bir pati yedi, veteriner gözünü alacağız dedi. İşte o gün anladım, üzüntünün; gerçek olan üzüntünün ne demek olduğunu. Sonra iyi haber geldi, düzelecekmiş. Gece koynumda uyudu, annesini emerken kardeşlerini uzak tutup, paşalar gibi ilgi gösterdik ona. Ardından birgün kendisini duvarla çitlerin arasına sıkıştırdı da, örümcekten korkan, çıplak elle solucana elleyemeyen ben, Cino'yu kurtarmak için uğraşırken ellerime yapışmış solucan ölüsü ve örümcekleri sevinçten ağlarken farkettim. Ama bu sabah öyle güzel sarıldı ki patileriyle belime. İşte herşeye değmiş dedim. Muhteşem gözleriyle gözlerimin içine bakıp sabah selamlaşmamızı yaparken ' muhteşemsin oğlum'.

           Yürekten gülümseyip günaydın diyen iki komşumla da selamlaştık. Aslında onlarcasını işe giderken selamladım bu sabah ama biraz yorgun biraz dalgındılar sanki. İçlerinde kimbilir ne dertler ne tasa. Yüzlerinde neşeden fazla eser kalmamış. gününüz size iyi gelir umarım. Ama iki gerçek gülüş yetti bu sabah bana. 

            Bir de iki cansız vardı ki işte orada yürümeye ayrı bir heyecan duydum.  Biri sarı, biri beyaz kafese konmuş iki kuğu. O ne ihtişam, o ne muhteşem süzülüş, o ne dayanılmaz çekim gücü. Komşumun kapı numarası gibi 50 yaşımda acaba benim de olur mu bir tane? Bana bir tane yeter! Doğru iki köpeğim, iki kedim var ama gerçekçi olalım, iki "Ferrari" masrafına yetişemem. İyisi mi, benimkisi mavi olsun, "Mesarati" olsun. 

            Hadi öyleyse güzel bir gün olsun. 


     

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Hayat Beni Rahat Bırak

      Gel anlaşalım hayat.

      Ben seni isteyerek almadım. Bir yanlışlık var ki seni bana yazmışlar. Yazılanla yola çıkmazdım ama malum. Ucuz etin yahnisi gibisin, ne olur düş yakamdan. 

     Senin tavuğuna kışt mı demişim, yaptığın nedir bana. Çok afedersin, kimse senin kadar yakmadı canımı. "Geri alın defolu bu mal" desem yine gitmezsin. Sen beni çok sevdin belli, belli de benim sana hiç içim ısınmadı. Soğuksun, acımasızsın, şerefsizsin sen be hayat! 

     Yok mudur vicdanın, dön bir bak ardına, yetmedi mi sürprizlerin, reva mı bu bana? Cennet de sensin cehennem de, varım da sensin yoğum da, bıkmadın mı '-mış' gibi davranmaktan. 

     Bilir misin ben karıncayı incitemem, bilir misin miyavlayan kedilere içim cız ederde neyi var diye dert etmeden geçip gidemem, ağlayan bir insan görsem hatırlarım seni ve inanır mısın, küfrü sevmem ama sayar söverim sana, yine sen hayat! 

     Yettin artık, tak ettin canıma, son kullanma tarihin çoktan geçti de sen hala tedavüldesin. Bir hata yaptık, hayatı yanlış yolladık sana desinler diye bekler dururum yıllardır. Ben de bir ömür geçti, sen uslanmadın, yorulmadın, bunalmadın, bıkmadın bu bedende var olmaya ey hayat! 

     Yol versem gitmezsin, kapıyı göstersem yüzsüz. Ne yitip, bitip, tükenmez şeymişsin. Yürü be hayat! Bana göstermedin gün yüzü bari sen mutlu musun ettiğinden? 

      Sararıp solan, bozulan çizilen yüzüme, yaş kalmayan gözlerime takılmaya doymadın. Ben sana ne yaptım demem, çünki patron sensin hayat, sen bana neler neler yaptın da ben hala seni taşırım. 

      Bir hayata bir de bana alışamadım. 


     

20 Temmuz 2013 Cumartesi

O güzel günler


Ruhumun taa derinlerlnde bir yerlerde hiç bozulmasını istemediğim o güzel çocuksu tatarr... Hani hep bir yanımız 'çocuk kalsaydık' der, öbür yanımız iç çekip 'ahh' der. İşte o çocuk duygular ve serzenişler... Yaşatmak istiyor insan çocukluğunda tatığı güzel anları, ama, ya unutulmuşlar zaman içinde bir başına kenara itilip, ya da- belki en önemlisi- o zamanlara ait hiçkimse kalmamış hayatımızda. Ne güzeldi diye başlarsın bir sohbete bazen bir dost, bir arkadaş ile...Ama kısa, çok kısa bir süre içinde anlarsın aslında karşındaki kişiye hiçbirşey ifade etmemiştir anlattıkların. Belki onu kendi çocukluğuna götürebilmişsindir, bu da yeter, ama istediğin kadar çocuklaşamamışsındır. 

Bir kuş ötüşüyle şimdi aklıma geliveren o günler. Hani o pazar sabahlarının evde piknik havası...  

Evet yaz aylarında pikniğe giderdik 3 aile, komşularımızla birlikte, anneler babalar ve çocukları. Biz çocukların ellerinde oynamak için top, annelerimizin hazırladığı içinde çoğunlukla börek, sarma, kek ve kahvaltılık olan piknik sepetleri, dönüşümlü olarak alınan piknik tüpü ve çaydanlık, bir de kilim benzeri üzerine oturmalık sergiler.  Arabamız vardı bizim, şanslı azınlıktan sayılırsık. Komşuların çocuklarıyla annelerimizin kucağında bir otomobilde en az 8 kişi şehrin biraz dışındaki,havası bol oksijenli mesire yerlerine giderdik. 
Daha arabadan inip bir yere konuçlanmadan top oynamaya başlamış olurdu çocuklar. Ben çoğunlukla sonradan katılırdım o çocuklara. Genellikle hareket halindeki aracın içinde 8 kişinin birbiri üzerinde yarattığı sıcaklığa bir de pencereli açılarak serin serin(!) yolculuk yapma düşüncesiyle içeriye dolan yaz sıcağı, üzerine bir de araba tutması sorunu nedeniyle mide bulantısı eklenince, kendime gelmem uzun zaman alırdı. 
En sevdiğim oyun ağaç kapmaca idi. Hepimiz oynardık bu oyunu, yaşın hiç önemi yoktu, 7 yaş ile 37 yaş arası bir gruptuk zaten. Annemi en çok bu oyunda gülerken hatırlıyorum. Bir de 7 taş ve yakan top vardı. Yine herkes katılıp oynadığı. 
Bazen kazalar olmuyor değildi elbet, piknik tüp üzerindeki demlenen mis kokulu çayın devrildiği gibi ama yanında oturan olmadığı için sadece 'vah tüh'lerle geçiştirdiğimiz. Ya da bir keresinde annemi sokan akrep ve babamın anneme ilk müdahaleyi yapıp hemen hastaneye götürmesi gibi. 

Ah ne günler! Ah ne güzel günler! O günleri anmak bile gençleştiriyor şimdi beni. Yazmakla bitmeyecek, anmakla yetmeyecek kadar dolu dolu yaşanmış günler. Ruhumun en güzel yerinde capcanlı sımsıcak yaşayan günler, gerçek günler. hayatımda ben ve ben olduğum günler. Hiçkimsenin girmediği sadece bana ait hayatımdan kesitler. 

Kimbilir belki o günleri paylaştığım bir dost bir arkadaş bu yazıyı okuyup bana bir merhaba diyecektir. Kimbilir! Kim bilebilir! 
    

6 Temmuz 2013 Cumartesi

Birtek Sen

Kimin umurunda senin ne yaşadığın, ne yaptığın?

Bir umut her yeni günün başlangıcı... Nereden bilirsin sonunun ne olacağını? Günü kurtarıyorsun aslında, yaşıyor musun yoksa? Sorular soruları getiriyor. Bak bakalım kim senin ne yaşadığını, gerçekten nelerle uğraştığını bilebilir... Hiçkimse, sadece sen!

Sen birsin ve yalnız sen varsın. Sanıyor musun ki konuştukların ağzından çıktığı gibi içinden geçeni yansıtıyor? Sanıyor musun anlattığın şeyler aslında gerçekten anlatmak istediklerin? Hiç boşuna yorma kendini. Öyle çok konuşmuş ki insanlar bunca yıl farklı farklı diller de, sadece konuştuklarıyla kalmışlar.

İçlerinde olanı bir lisan nasıl ifade edebilecek. Bir başka insan nasıl anlayacak.

Bir zaman gelir ki susmak istersin. Sadece susmak. Sus öyleyse konuşma dersin. Nafile çabalar... Kendi doğurduğun anlamaz seni, sen de onu anlamazsın çünki.

Bir başına üstesinden gelinir mi hayatın deme, herkes bir başına, tek başına aslında yok kalabalıklar.
Hergün yüzlerce insanla konuşsan da sen sensin. Yalnız doğdun yalnız öleceksin.