20 Temmuz 2013 Cumartesi

O güzel günler


Ruhumun taa derinlerlnde bir yerlerde hiç bozulmasını istemediğim o güzel çocuksu tatarr... Hani hep bir yanımız 'çocuk kalsaydık' der, öbür yanımız iç çekip 'ahh' der. İşte o çocuk duygular ve serzenişler... Yaşatmak istiyor insan çocukluğunda tatığı güzel anları, ama, ya unutulmuşlar zaman içinde bir başına kenara itilip, ya da- belki en önemlisi- o zamanlara ait hiçkimse kalmamış hayatımızda. Ne güzeldi diye başlarsın bir sohbete bazen bir dost, bir arkadaş ile...Ama kısa, çok kısa bir süre içinde anlarsın aslında karşındaki kişiye hiçbirşey ifade etmemiştir anlattıkların. Belki onu kendi çocukluğuna götürebilmişsindir, bu da yeter, ama istediğin kadar çocuklaşamamışsındır. 

Bir kuş ötüşüyle şimdi aklıma geliveren o günler. Hani o pazar sabahlarının evde piknik havası...  

Evet yaz aylarında pikniğe giderdik 3 aile, komşularımızla birlikte, anneler babalar ve çocukları. Biz çocukların ellerinde oynamak için top, annelerimizin hazırladığı içinde çoğunlukla börek, sarma, kek ve kahvaltılık olan piknik sepetleri, dönüşümlü olarak alınan piknik tüpü ve çaydanlık, bir de kilim benzeri üzerine oturmalık sergiler.  Arabamız vardı bizim, şanslı azınlıktan sayılırsık. Komşuların çocuklarıyla annelerimizin kucağında bir otomobilde en az 8 kişi şehrin biraz dışındaki,havası bol oksijenli mesire yerlerine giderdik. 
Daha arabadan inip bir yere konuçlanmadan top oynamaya başlamış olurdu çocuklar. Ben çoğunlukla sonradan katılırdım o çocuklara. Genellikle hareket halindeki aracın içinde 8 kişinin birbiri üzerinde yarattığı sıcaklığa bir de pencereli açılarak serin serin(!) yolculuk yapma düşüncesiyle içeriye dolan yaz sıcağı, üzerine bir de araba tutması sorunu nedeniyle mide bulantısı eklenince, kendime gelmem uzun zaman alırdı. 
En sevdiğim oyun ağaç kapmaca idi. Hepimiz oynardık bu oyunu, yaşın hiç önemi yoktu, 7 yaş ile 37 yaş arası bir gruptuk zaten. Annemi en çok bu oyunda gülerken hatırlıyorum. Bir de 7 taş ve yakan top vardı. Yine herkes katılıp oynadığı. 
Bazen kazalar olmuyor değildi elbet, piknik tüp üzerindeki demlenen mis kokulu çayın devrildiği gibi ama yanında oturan olmadığı için sadece 'vah tüh'lerle geçiştirdiğimiz. Ya da bir keresinde annemi sokan akrep ve babamın anneme ilk müdahaleyi yapıp hemen hastaneye götürmesi gibi. 

Ah ne günler! Ah ne güzel günler! O günleri anmak bile gençleştiriyor şimdi beni. Yazmakla bitmeyecek, anmakla yetmeyecek kadar dolu dolu yaşanmış günler. Ruhumun en güzel yerinde capcanlı sımsıcak yaşayan günler, gerçek günler. hayatımda ben ve ben olduğum günler. Hiçkimsenin girmediği sadece bana ait hayatımdan kesitler. 

Kimbilir belki o günleri paylaştığım bir dost bir arkadaş bu yazıyı okuyup bana bir merhaba diyecektir. Kimbilir! Kim bilebilir! 
    

6 Temmuz 2013 Cumartesi

Birtek Sen

Kimin umurunda senin ne yaşadığın, ne yaptığın?

Bir umut her yeni günün başlangıcı... Nereden bilirsin sonunun ne olacağını? Günü kurtarıyorsun aslında, yaşıyor musun yoksa? Sorular soruları getiriyor. Bak bakalım kim senin ne yaşadığını, gerçekten nelerle uğraştığını bilebilir... Hiçkimse, sadece sen!

Sen birsin ve yalnız sen varsın. Sanıyor musun ki konuştukların ağzından çıktığı gibi içinden geçeni yansıtıyor? Sanıyor musun anlattığın şeyler aslında gerçekten anlatmak istediklerin? Hiç boşuna yorma kendini. Öyle çok konuşmuş ki insanlar bunca yıl farklı farklı diller de, sadece konuştuklarıyla kalmışlar.

İçlerinde olanı bir lisan nasıl ifade edebilecek. Bir başka insan nasıl anlayacak.

Bir zaman gelir ki susmak istersin. Sadece susmak. Sus öyleyse konuşma dersin. Nafile çabalar... Kendi doğurduğun anlamaz seni, sen de onu anlamazsın çünki.

Bir başına üstesinden gelinir mi hayatın deme, herkes bir başına, tek başına aslında yok kalabalıklar.
Hergün yüzlerce insanla konuşsan da sen sensin. Yalnız doğdun yalnız öleceksin.