10 Eylül 2014 Çarşamba

SESSİZ PERİ **alıntı ** tarafımdan yazılan bölüm

Poyraz karşısında Melda’yı görünce şaşkınlığını gizleyemedi. Kızkardeşi ile aralarında çat kapı görüşecek kadar yakın bir bağ hiç olmamıştı. Şimdi karşısında duran Melda’nın gözlerinde anlamsız bir pırıltı ve heyecan vardı. Bundan daha şaşırtıcı olanı ise Melda’nın elinde tuttuğu dergiydi. Asuman’ın yaklaşık 2 yıldır yöneticiliğini yaptığı ‘Aşkın Labirenti’ dergisi. Şaşkınlığı suskunluğunu bozmaya yetmemişti, Melda da elinde tuttuğu dergideki yazıyı göstererek konuşmaya başlamış ve hiç susmaya niyetli görünmüyordu. Kelimeler hava da uçuşurken Poyraz yavaş yavaş anlamaya başladı, Melda’nın kendi içinde sürdürdüğü, annesiyle olan savaşına bir son vermiş olduğunu. Ne tuhaf iki kardeş birbirlerinden uzak, yatılı okullara yollanıp, görüşemedikleri halde aynı duyguları paylaşmışlardı. Poyraz annesini biraz daha erken affetmişti. Sahip olamadığı tek aşkı Dilara’yı hayal ederek Ayça ile sevişirken affetmişti. Paris’te Dilara’ya benzettiği Asuman’a kötü bir kaza ile sahip olmuşken, bir anlık hevesine yenik düşüp Yasemin’le beraber olduğu gece affetmişti. Hepsinden öte Yasemin kızını kollarına verdiği gün silinip gitmişti öfkesi. Neyse Melda içindekileri boşaltmış gidiyordu. Melda’yı uğurlarken çantasına bir kitap sıkıştırdı. Dudaklarındaki tebessüme bir göz kırpışla sevgisini ekledi ve kardeşine ulaştırdı. Madem dergideki ‘Üç yakın arkadaştılar, ikisi erkek biri kız, üniversiteden’ oyunu hoşuna gitmişti bu kitabı keyifle okuyabilirdi kardeşi. Tabii ya nereden bilebilirdi ki Melda’nın bu öyküyü daha önce eski eşi Ayça ile birlikte bir akşam yemeğinde tesadüfen tanıştıkları Murat’tan dinlemiş olabileceğini… Hem de kitabın baş kahramınından! Asuman omuzlarına özgürce bıraktığı saçlarına kehribar renkli fularından bir taç oturttu. Artık boy aynalarına ihtiyacı kalmadığını düşünüyordu ama işte şimdi bir tanesinin karşısında durmuş kendini seyrediyordu. Bavulunu kapatmak üzereyken hatırladı, Murat’a imzaladığı ama hiç veremediği kitabını unutmamalıydı. Poyraz bavulu kapatmasına yardımcı olurken telefonunun çalmasıyla odadaki sessizlik bozuldu: ‘Evet, hazırım Figen. Pasaport, uçak biletim,… evet eminim, hiç bu kadar emin olmamıştım. Tamam bekliyorum’ dedikten sonra Poyraz’a dönerek ‘Yasemin ve minik Peri sana emanet. Seni çok özleyeceğim’ dedikten sonra çalan kapının sesiyle irkildi. Tekerlekli sandalyesi ile kapıya doğru bir hamle yapmıştı ki kapıyı açan Yasemin’in yanından hızla geçip içeri giren derginin başarılı yazarı Ozano’yu karşısında buldu. ‘Bütün bunlar ne demek oluyor’ diye sordu, yüzünün halinden kafasının karıştığı belli oluyordu. ‘Gidiyorum. Dergideki işimi bırakıyorum, yerime senden daha başarılı bir aday göremediğim için seni tavsiye ettim’ derken Asuman’ın gözlerindeki şefkat ve özgürlük duygusu dışa yansıyordu. Ozano ‘ ama bu senin başarın, dergide kurguladığın oyun, aldığımız ödüller… anlayamıyorum, hem kitabının satışı başlayalı daha 2 hafta bile olmadı. Herşeyi bırakıp gitmek… böyle ani bir karar nasıl verdin…’ cümleleri doğru kuramadığını farkediyordu genç adam. İş arkadaşı, yöneticisi olan bu kadının gözlerindeki ışıltı, aslında çok fazla şey anlatıyordu. Kararından mutluydu Asuman. Figen takside Asuman’ın vedalaşmasını izledikten sonra arkadaşının koltuğa oturmasına yardımcı oldu. Nlhayet uzun uzun konuştukları, defalarca düşündükleri planı uyguluyorlardı şimdi. Gün akşama kavuşurken Peri’ de sihirli değneğini havada bir tur attırmış yeni hayatına kapı açıyordu. Hüzünle hatırlıyordu birkaç hafta önce yaşanan buluşmayı. O gece Murat bacakları arasına sıkıştırdığı kağıtları alıp okumaya başlamasa aslında sürprizini açıklayacaktı. Enis ve Murat’a basımı yeni tamamlanan kitabının imzalı birer baskısını hediye etmekti sürpriz. Hikaye ‘Üç yakın arkadaştılar, ikisi erkek biri kız, üniversiteden’ diye başlıyordu. Dergide başlattığı oyun ile yazmaya başlamıştı kendi hikayesini, aslında üçünün hikayesini. Hani edebiyat fakültesindeyken birbirlerine bir söz vermişlerdi ve eğer aralarından biri kitap yazarsa mutlaka bu kitabı diğerlerine atfedecekti. İşte bu kitap yazılmıştı. Enis bu kitaptan öğrenecekti Murat’la Asuman’ın yaşadıkları o gecenin bıraktığı hasarları, o gece Murat’ın kendi sesinden değil. Murat da kitaptan öğrenecekti aslında Asuman’ın başından beri Enis’e aşık olduğunu onu görmek için Paris’e gittiğini, çok arzuladığı halde sevişemediklerini… Asuman Murat’ın ölümünden sonra Enis’i uğurlarken vermişti ona imzaladığı kitabı. Bir sürpriz olarak değil elbet sadece bir keder dolu bir kitap olarak. Enis, Paris uçağında kitabı okumuş ve o zaman anlamıştı, Sessiz Peri’nin haykıran iç sesini. Her satırında kendisi vardı. Nasıl olur da böyle bir aşkı hissedememiş olabilirdi. Asuman’ın derin duygularına karşılık veremeyeceğini, havaalanında kendsini bekleyen Pierre ile kucaklaştığında bir kez daha anlamıştı. Asuman’a birkaç gün önce bir mesaj yazma cesareti gösterip ‘özlediğin ben, ben değilim, kitabındaki Enis olabilmeyi isterdim’ diyen satırlarından sonra birden çocuksu heyecanını gizleyemediği şu cümleleri eklemişti ‘ Pierre ile San Francisko’ya taşındık. Castro district’te şirin bir evimiz var. Burada yüreğinde hissettiğini özgürce yaşayabiliyorsun, hemde haykıra haykıra, saklamadan.’ Asuman o zaman hissetmişti 10 yıl önce yaşanmamışlıkların ve atlanmış, harcanmış zamanların pişmanlığını… Figen yola çıktıklarından beri telefonda, ingilizce bir konuşma yapıyordu. Murat’ın ölümü ile bir hafta ertelemek zorunda kaldıkları seyahatte hiçbir aksaklık olmasını istemeyen Figen herşeyi dört dörtlük ayarlamaya çalışıyordu. Telefonu kapatıp arkadaşının gözlerine neşe ile baktı. ‘Benimle geldiğin için çok mutluyum Asuman. Dünyanın başka bir köşesinde yardıma muhtaç çocuklara dokunabilmek, koşulsuz sevgi vermek ve almak, mesleğim bu hayalimi gerçekleştirmeme yardımcı oluyor.’ Bunları söylerken bavuluna özenle yerleştirdiği Asuman’ın bacak röntgenleri ve MR sonuçlarını hatırladı. Asuman’a kabul ettiremeceğini düşündüğünden henüz bahsetmemişti ancak çalışacağı hastanede dünya çapında başarılarıyla tanınan Prof. Dr. K.Heis ile uzun zaman önce yazışmalara başlamış ve Asuman’ın bilgilerini paylaşmıştı. Asuman uçağa binmeleri için yapılan son çağrıda hızlı adımlarla yürürken birden kitapçının vitrininde kendi kitaplarını gördü. Yeni Çıkanlar arasında yerini almıştı, derin bir iç çekti. Kitabının sonunu hatırladı… gözlerinden damlayan yaşları gizlemeye çalışarak yürürken, şimdi yazsa, ne kadar da farklı bir son olurdu diye düşündü… Ah Murat! Asuman’ı ‘uğruna canını feda edecek kadar’ seven tek kişi! 50. Gülüm Naz 7 Mart 2014 Ataşehir/İstanbul

2 Eylül 2014 Salı

METRO'DA SİVRİSİNEK OLMAK

Her babayiğit sivrisineğin harcı değildir İstanbul metrosunu mesken tutmak. Metroya ulaşmanın zorluğundan değil, ben ve kankalarımın varlığından! Bizim olduğumuz meskene, izinsiz karasinek bile giremez. 

Birgün mahallede market Asıf babanın üzüm sandıklarına konuçlanmış, şıralanıp kafa yaparken birdenbire aklımıza geliverdi bu metro fikri. Üzüm sandığı deyip geçme, özellikle Anjelik üzüm varsa, hele bir de hava sıcak ve satışlar yavaşsa, kasanın dibine doğru indiğinde öyle bir sarar sarmalar ki akan şıranın fermente olmaya yüz tutmuş kekre kokusu. Bugüne kadar tattığım hiçbir kandan almadığım  keyfi aldığım gibi, üzerine bütün gün hiç beslenmesem yine de acıkmam. Tamam dürüst olmalıyım, metro fikrini akıl eden bizim kanki Turist Zırzır'dı. Vakti zamanında dünya metrolarının çoğunda gezmiş, ayrıca okumayı çok seven kankimiz. 

Metro İstanbul için yeni bir ulaşım biçimi. Yıllar yılı araç trafiği, özellikle boğaz üzerinde, iki kıtayı birleştiren, insanlardan emdiğiniz kanı burnunuzdan getiren, neşe, keyif, heyecan ile yola koyulup, planlanmış bir işinizi altüst etmeye yeten köprü trafiği ile meşhur İstanbul. Metro ile tanışan bu insan topluluğunun elbette araç trafiğine herhangibir katkıları olmadı. Ne kadar fazla insan metroyu tercih etmeye başladıysa, arkadan o kadar göç, o oranda nüfus patlaması ve aracı olanların metroya binmek istememesi devam ediyor. 

İstanbul metrosunda sivrisinek... Varlığımız bile hissedilmiyor. Öyle bir keşmekeş var ki! Öncelikle metroya ulaşmak için yer altına inen yürüyen merdivenler... Kankim Turist Zırzır'ın dediğine göre başka ülkelerde insanlar bu merdivenlerde yürümeden dikileceklerse, sağ tarafta tek sıra olup sol bölümü boş bırakırlarmış. Yürüyerek inip, çıkmak isteyenler, acelesi olanlar için sol taraf işgal edilmezmiş. İstanbul metrosunda böyle bir görüntü ile karşılaşmak pek mümkün değil. Yanyana durup sohbet eden, ya da yanyana durmadan dikilemeyen insanlar dolu bu şehirde... 

İstasyona yanaşan metro vagonuna inenler ve binenlerin çarpışma sahnesi en eğlenceli bölüm. Bunu ben bile biliyorum, önce inenlere yol verilmeli, sonra binenlere sıra gelmeli. Geçen gün, bir teyzenin elindeki çantayı vagonun içine binmeye çalışanlar sıkıştırınca, teyze ayaklar dışarda el içerde hareket edemez halde kalakaldı. Kimse farkında bile değil olan bitenin. Ben olayı bizzat yakından yaşadım, çünki o çantanın içinde bu şehrin favori fast food yemeği lahmacun vardı ve ben bu koku ile çantanın içinde oluşan buharın çekim gücüyle orada bulunuyordum. Son anda uçmayı ve binenlerden birinin bacağına konmayı başarmasaydım, yok yoluna gitti denilecekti. Konduğum bacağa tutununca bir parça tadına bakmadan bırakmadım elbette. Ben oradan ayrılır ayrılmaz bir kaşıntıdır başladı adamda...

Vagonda yer bulup oturmak mümkünse oturanlar için önlerinde ayakta dikilenleri izleme keyfi başlar. Nadir de olsa şortlu ve mini etekli kızlar biner metroya. Ama çoğunlukla kara çarşaflılar! Ben bu kara çarşaflıları hiç sevmiyorum. Ellerine eldiven giymiş, ağzını burnunu dolamış, sadece ayağındaki 60 denye çoraptan bir ihtimal ısırılabilir. Isırması eksik kalsın, istemem zaten de üzerlerine konunca öyle bir görünürlük kazanıyor ki sıska, tüy kadar hafif bedenim, hemen farkediliyorum. Ben bir gizli bilgi daha paylaşayım, elin uzanabildiği yerlere konup, sokma operasyonu yapmıyorum. Genelde en güzel kısım sandalet giymiş kadınların ayaklarının altına yakın bölümleri. Kaşınsa bile eğilip kaşıyamıyorlar, beni görseler bile öldüremiyorlar, diğer ayak bu ayağın üzerine gelene kadar geçen zamanda ben çoktan karnımı doyurmuş oluyorum. Ne demiştim, oturacak yer varsa ne ala. Oturmakla konu kapanmıyor tabii. Tam oh biraz nefes aldım, şiş ayaklarım dinlenecek sevinci yaşarken yandaki oturanın vücut kokusu ile ufak bir gaz odası işkencesi başlıyor. Hele sıcak yaz aylarında, bir de akşam üzeriyse, insanlar tüm günün yorgunluğuyla ve kiriyle bu vagonları doldurunca ben bile istasyona kaçıyorum. 

İstanbul Metrosunda topuklu ayakkabı giyen kadına çok fazla rastlamadım. Hani şehirdeki kadınların genel temayülünü bilmesem ve kadın cinsinin ayakkabı tutkusundan haberdar olmasam normal karşılayacağım... 

Slot makinalarına bir jeton atıp, üç aynı resmi yakalayınca, şakır şakır dökülen para sesini bilenler ve bundan haz alanlar için bir dip not; aradabir bu zevki tatmak için metro istasyonlarındaki jetonmatiklere gidin. 20 TL kağıt para verin, 1 jeton 4TL, makina size 16 adet 1 TL, hemde gıcır gıcır altın sarısı metal para vermeye başladığında aynı hisse kapılmıyorsanız, gelin ben size Asıf Baba'nın üzüm sandığında şıra ısmarlayacağım. 

Bu şehrin ziyaretçisi çok olur. Gerek ticaret gerek turizm konularında olsun çoğu yabancı metroyu kullanır. Son zamanlarda artan Suriye'liler ve göçmen Araplar'a kucak açmış bu şehirde metro hayatı kolaylaştırıyor. Bunun  haricinde yabancı uyruklu birçok insanın nüfus içinde önemli bir yer tuttuğunu, aslında azınlık değil de çoğunluk olduklarını hissettirir metro vagonları. Çünki bunlar fazlasıyla kullanıyorlar İstanbul metrosunu. İşin aslı şu ki, metro vagonlarında gerçek İstanbul'lu var demek çok zor. Çoğunluk yerli yabancı göçmenlerden oluşuyor. Geçen akşam Anadolu'dan gelmiş bir hacı amca'nı n yanındakilere metro hakkında bir ahkam kesişi vardı ki, tam film. Dinleyen metronun proje müdürü bu amcaydı der. 

İstanbul'da metro inşaatı da kolay olmamıştır elbet. Bu şehirde planlı şehircilik olmadığından, metroyu inşa edenleri tebrik etmek gerekir. Rutubet kokusunun keskin yanık madeni yağ kokusuna karıştığı yer. Bazen raylar arasında su birikintisi görülür. Pek çok kişi güvenip metroyu kullanamıyor bu yüzden. 

Bizim metro istasyonlarında özgün müzik çalınır. Hem de elektro saz eşliğinde. Amcalar şarkıyı söylemeye kalkışmasalar üç beş kuruş para veren olacak aslında... Türküler, arabesk parçalar, metro istasyonlarının gürültüsüne gürültü katsa da güzeldir. 

Sivrisinek olarak keyif alarak geziyorum metroda. Bizden önceki kuşaklar Kurbağalıdere, Haliç'in sefasını sürerken, biz metroyu keşfettik. Sabah 6'dan gece 12'ye kadar yeterince zaman geçirebiliyoruz. Hem karnımız da tok. Apartmanların açık pencerelerini kollayıp, evdekilerin karnımız doyduğunda şişen mideyi taşıyamadığımız için konduğumuz bir duvarda, bizi öldüreceği tehdidinden uzak olmak paha biçilmez. Geceleri metrobüs devam ediyor. Canı isteyen metrobüse geçiyor. Ben geceleri Asıf babanın manavında uyumayı daha çok seviyorum. Gece şehir biraz sakinleştiğinde dinlenmek ve ertesi güne hazırlanmak güzeldir.