27 Ağustos 2013 Salı

Sabah manzaraları

        Hedef kilometrem 6, artı eksi 60 dakika! Bir sağa bir sola yine adımladım, yine bir dolu manzara takıldı gözlerime.

        Bir defa sabahlar, sıcak yaz günlerinde bile serin olur. Bu sabah da davetkar ve dostane bir hava vardı. Kulaklıkları kulağıma taktım, spor ayakkabılarımı sıkıca bağladım ve başladım adımlamaya, kasap havası eşliğinde, tempo. Yürümek huzur veriyor, aynı zamanda hareket halinde bir dinginlik yaşıyorum. Bunu bir ben, bir de sabah yaşıyoruz. İkimizin keyfine değmeyin gitsin. 

        Bu sabah da adım adım beynime işledim her manzarayı, güneş tepeye yükselirken, geceden kalma bir sis bulutu, belli ki gece gündüz sıcaklık farkı, alıp getirmiş Ömerli barajının nemini serpiştirmiş bahçelerimizin nefis yeşili üzerine ve mutlu etmiş bitkileri de... 
         
         İki kedicik vardı, biri yavru biri biraz daha büyükçe ama birbirinin kopyası, sarımsı. Kaldırımda oynaşıyorlardı. Ufak olan hınzır biraz, belli ki büyük olan sabırlı ve eğitmen. Beni görünce durdular oldukları yere çakıldılar. O ne korku, o ne endişe! Ufaklıkta bir kalp çarpıntısı, önce yere yapıştırdı gövdesini, sonra burnunu soktu bir çiçeğin arkasına, deve kuşu misali, hızla gözleri büyük olana kaydı ve bana döndü. Büyük ise temkinli, hani uzatsam elimi ufaklığa yiyiveririm patiyi, cüssesine bakmadan kafa tutuyor. Durup gülümsedim onlara, uzaktan laf atıp sevgimi dile getiridim ve devam. 

          Biraz öte de, yolda bir kurbağa, bu ne yeşil renk bu ne güzel cüsse! Hani kurbağa güzeli deyip tam elime alıp öpeceğim, kimbilir belki prensimdir diye, o da ne? Zavallının bağırsaklar fırlamış dışarı. Ama ölürken bırakmamış asil duruşunu elden, ezdirmemiş kendini, belli ki kuyruktan basıp geçmiş bir yük. Bu yük sadece hayatın yükü olsaydı keşke de yaşasaydın be prensim!

           Ah, az kalsın eziyordum. Ağır, vakur ilerleyen bir kabuklu salyangoz. Asfalt pürüzsüz değil ki yağ gibi kayıp gidesin. Zavallı çok zorlanıyor ama gözleri gülüyordu 'günaydın' diye bakarken bana. Antenleri bir sağa bir sola, kuyruk dışarda. Hayat hiç adil değil onlara, ama yılmak yok bu yol geçilecek karşıdan karşıya. Çoğu kez bu salyangozları gideceklere yere ben götürüveririm. Aslında hiç düşünmeden, kabuğundan sıkmadan tutar, alıveririm elime hoop karşı kenara, sabah yürüyüşünde midir (?), kendisi başarmak ister midir (?), mutlu oluyor mudur bu yardımdan?

          İşte elime doğmuş olan 'Cino' beliriyor uzaktan, komşuma, annesinin memesinden alıp verdiğim gün dün gibi aklımda. 8 tane Golden Retriever bobisi büyüttüm bundan 4 yıl önce. Soğuk bir kış gününde köpeğim Tarçın avcuma doğurdu pıt pıt. Cino içlerinde en yaramaz olanıydı, önce çeteye kafa tutup gözüne bir pati yedi, veteriner gözünü alacağız dedi. İşte o gün anladım, üzüntünün; gerçek olan üzüntünün ne demek olduğunu. Sonra iyi haber geldi, düzelecekmiş. Gece koynumda uyudu, annesini emerken kardeşlerini uzak tutup, paşalar gibi ilgi gösterdik ona. Ardından birgün kendisini duvarla çitlerin arasına sıkıştırdı da, örümcekten korkan, çıplak elle solucana elleyemeyen ben, Cino'yu kurtarmak için uğraşırken ellerime yapışmış solucan ölüsü ve örümcekleri sevinçten ağlarken farkettim. Ama bu sabah öyle güzel sarıldı ki patileriyle belime. İşte herşeye değmiş dedim. Muhteşem gözleriyle gözlerimin içine bakıp sabah selamlaşmamızı yaparken ' muhteşemsin oğlum'.

           Yürekten gülümseyip günaydın diyen iki komşumla da selamlaştık. Aslında onlarcasını işe giderken selamladım bu sabah ama biraz yorgun biraz dalgındılar sanki. İçlerinde kimbilir ne dertler ne tasa. Yüzlerinde neşeden fazla eser kalmamış. gününüz size iyi gelir umarım. Ama iki gerçek gülüş yetti bu sabah bana. 

            Bir de iki cansız vardı ki işte orada yürümeye ayrı bir heyecan duydum.  Biri sarı, biri beyaz kafese konmuş iki kuğu. O ne ihtişam, o ne muhteşem süzülüş, o ne dayanılmaz çekim gücü. Komşumun kapı numarası gibi 50 yaşımda acaba benim de olur mu bir tane? Bana bir tane yeter! Doğru iki köpeğim, iki kedim var ama gerçekçi olalım, iki "Ferrari" masrafına yetişemem. İyisi mi, benimkisi mavi olsun, "Mesarati" olsun. 

            Hadi öyleyse güzel bir gün olsun. 


     

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Hayat Beni Rahat Bırak

      Gel anlaşalım hayat.

      Ben seni isteyerek almadım. Bir yanlışlık var ki seni bana yazmışlar. Yazılanla yola çıkmazdım ama malum. Ucuz etin yahnisi gibisin, ne olur düş yakamdan. 

     Senin tavuğuna kışt mı demişim, yaptığın nedir bana. Çok afedersin, kimse senin kadar yakmadı canımı. "Geri alın defolu bu mal" desem yine gitmezsin. Sen beni çok sevdin belli, belli de benim sana hiç içim ısınmadı. Soğuksun, acımasızsın, şerefsizsin sen be hayat! 

     Yok mudur vicdanın, dön bir bak ardına, yetmedi mi sürprizlerin, reva mı bu bana? Cennet de sensin cehennem de, varım da sensin yoğum da, bıkmadın mı '-mış' gibi davranmaktan. 

     Bilir misin ben karıncayı incitemem, bilir misin miyavlayan kedilere içim cız ederde neyi var diye dert etmeden geçip gidemem, ağlayan bir insan görsem hatırlarım seni ve inanır mısın, küfrü sevmem ama sayar söverim sana, yine sen hayat! 

     Yettin artık, tak ettin canıma, son kullanma tarihin çoktan geçti de sen hala tedavüldesin. Bir hata yaptık, hayatı yanlış yolladık sana desinler diye bekler dururum yıllardır. Ben de bir ömür geçti, sen uslanmadın, yorulmadın, bunalmadın, bıkmadın bu bedende var olmaya ey hayat! 

     Yol versem gitmezsin, kapıyı göstersem yüzsüz. Ne yitip, bitip, tükenmez şeymişsin. Yürü be hayat! Bana göstermedin gün yüzü bari sen mutlu musun ettiğinden? 

      Sararıp solan, bozulan çizilen yüzüme, yaş kalmayan gözlerime takılmaya doymadın. Ben sana ne yaptım demem, çünki patron sensin hayat, sen bana neler neler yaptın da ben hala seni taşırım. 

      Bir hayata bir de bana alışamadım.